DOĞA VE ÇOÇUK:PERMAKÜLTÜR ‘E İLK ADIMLAR
Yağmur büyüyor büyüdükçe benimle paylaşımları istekleri daha çok artıyor.7/24 ilgi isteyen gündüz uykularını çoktan bırakan miniğimden kalan bu zamanda gecikmiş yazımı paylaşıyorum.
31 Mayıs 2016 salı günü Beylikdüzü Early American English adresinde annelerle toplandık.Çocuğumu nasıl doğru beslerim sorusuyla yola çıkan,gönlünü doğaya ve permakültüre kaptıran Dilek Yalçın Demiralp ile buluştuk.
İnsan doğaya ait bir canlı.Onunla nasıl yaşanır bunu çocuklarımıza nasıl gösteririz neler yapabiliriz soruları için İstanbul Perma Kültür Kolektif ‘i gönüllülerinden Dilek Yalçın Demiralp ‘in söyleşini dinledik.Seminere katılamayanlar için de Dilek Yalçın Demiralp perma kültür ile ilgili yazısını aşağıda paylaşıyorum.
Permakültür, etik temelli, sürdürülebilir yaşam yerleşkeleri tasarım bilimi.
Açarsak, bir yerde yaşamaya başlayacaksınız, ama oradaki yaşam alanınız, yaşam şekliniz doğa ile dost olacak. Permakültürün 3 etik prensibine uyumlu olacak. Kendi enerjisini kendisi üretip, sistemin içerisinde tutacak. Dışarıdan kaynak destekleri olmayacak. Böylece çok tüketmeden, doğaya, insana dost sistemler kuracaksınız ve yaşayacaksınız.
3 etik temel nedir derseniz:
1 – Doğayı Gözet,
2 – İnsanı Gözet,
3 – Elde etmiş olduğun getiyi ilk iki ilkeye vakfet.
Elde etmiş olduğunuz her ne ise o… Bazen zaman, bazen yiyecek fazlası, bazen giyecek fazlası, bazen bilgi.. O günün şartında ne ise o. Ben mesela etkinlik için zamanımı ve bilgimi vakfettim ve armağan ettim.
Hatırlarsanız ”armağan” sözcüğünde direndim, özellikle ”ücretsiz” ibaresi kullanılmasın istedim. Çünkü hep ”para” denen aracı amacımız haline getiriyoruz ve onun çevresinde şekillendiriyoruz hayatımızı. Oysa başka bir dünya mümkün. Aynı eskilerde dost, akraba, komşu ilişkilerinde, köylerdeki sosyal hayatta olduğu gibi. Takas, armağan gibi başka ekonomiler de mümkün.
Permakültür konusunda şu anda Türkçeye çevrilmiş olan iki kitap var. Biri Toby Hemenway’in Permakültür Bahçeleri kitabı. Dili daha rahat anlaşılabilir ve yaşanan yaşam hikayeleri üzerinden gidiyor. Diğeri de Permakültüre Giriş, permakültürü meydana çıkartıp dünyaya tanıtan Bill Mollison’ın yazdığı kitap.
Bu kavram 70li yıllarda Bill Mollison ve öğrencisi David Holmgren tarafından dünyaya tanıtılıyor. Bill Mollison neredeyse bütün ömrünü doğanın içerisinde geçirmiş ve günden güne insanoğlunun onun nasıl yok ettiğine şahit olmuş. Aktivizmin bir yere kadar etkisi olduğunu, o noktadan sonra çaresiz oturmaktansa, birşeyler yapmanın gereğini öngörmüş ve bu kavramı tanıtmaya adamış hayatının bundan sonraki kısmını. Kurslar vermiş ve kurslardan kazandıklarını da yokluk içinde yaşayan bölgelere bu kavramı öğretmek üzere vakfetmiş. Uzun yıllar tüm dünyada bu kavramı anlatmış. Şu anda hiç zamanımız yok, bir ucundan tutup başlamalıyız diyor.
Toprağın 1cm lik tabakasının oluşması için geçen süre 100 ile 1000 yıl arasında değişiyor. Biz o toprağı her gün yok ediyoruz. Ormansızlaşma ile en çok da erozyon ile. Kirletiyoruz… Yerine koyamayacağımız ve bizi besleyen bir kaynağı yok etmek ne derece akllıca? Tüm bunları değerlendirip elimden geleni yapacağım diyorsanız da yol Onarıcı Tarım Yöntemlerinden geçiyor, çünkü erozyonun başlıca nedenlerinden biri tarım.
Permakültüre terminolojik olarak bakarsanız, permanent agriculture kelimelerinin birleşimi, kalıcı kültür, kalıcı tarım diye çevirebiliriz Türkçeye.
Benim permakültür ile tanışmam çocuğumu nasıl doğru beslerim sorusuna cevap aramamla başladı. İlk Slow Food Fikir Sahibi Damaklar konviviyumu ile yolum kesişti. Grup içerisindeki yazışmalardan da permakültürün varlığından haberdar oldum. Araştırınca aradığım şey olduğuna inandım ve o sıralarda Bill Mollison Türkiye’ye gelerek Permakültür Tasarım Sertifikası kursu verdi. Kursun ardından bir arkadaşımızın çağırısı ile toplandık ve Permablizt İstanbul grubunu kurduk. Bu grupla birlikte İstanbul’da 10 permakültür bahçesi tamamladık. O arada benim de kurs almamın zamanı geldi dedim ve kısaca PDC dediğimiz Permakültür Tasarım Sertifikası Kursuna katıldım. Ardından da kızımın anaokulu ile ortak bir plan hazırlayarak Doğa ve Çocuk derslerine başladık. Amacımız doğa ile bağların yeniden kurulmasını sağlamak, diğer yandan da permakültür ile bağlantılı konuları çocuklarla işlemek idi.
Richard Louv, doğa ile bağlarımızı günden güne kaybettiğimizi, bu yüzden de doğayı dost değil düşman gördüğümüzü söylüyor… Doğa Yetersizliği Sendromundan söz ediyor, Doğadaki Son Çocuk adını verdiği kitabında. Bu kitap Tübitak yayınlarından çıktı, ancak baskısı tükenmiş. Temin edebilirseniz, mutlaka her ebeveynin okuması gereken bir kitap. Biz de buradan yola çıkarak o bağları kopartmayalım istedik. Bir yandan da okulları dönüştürelim, tüketime odaklanmayalım diye düşündük.
4 senedir okullarda Doğa ve Çocuk dersi veriyorum. Bir yandan çocuklarla doğayı keşfediyoruz, bir yandan da neler yapmamız gerektiği üzerinde konuşuyoruz. Tohumlarla tanışıyoruz, onları ekip büyütüyoruz. Bahçeye aktarıp yeniden tohum elde ediyoruz. Bir yandan da çevrimi gözlemliyoruz. Bulutları, hava olaylarını, bitkilerle bağlantısını, toprağı, toprak evi de dahil etmek üzere her açıdan inceliyoruz. Bir yandan da permakültürde öğrenmiş olduğumuz şeyleri konulara dahil ediyoruz. 4.sınıflarla ”Yemek” dersi yapıyoruz. Sağlıklı, doğru beslenmeyi, iyi, doğru, adil gıdayı anlatıyoruz. Dünyada aç kalan ülkelerin olmadığını, gıdanın adil dağılamadığı bir dünyada yaşadığımızı, bazılarının adaletsizce o gıdaya sahip olması sebebi ile bazılarının aç kaldığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışırken, bir yandan da sağlıklı gıdaları miniklerin kendi elleri ile yapmalarını sağlıyoruz. En doğalından, en lezzetlisinden. Çünkü o güne dek ağız tadı değişmiş ve sanayi ürünlerine alışmış çocuklarımız var. Bu algıyı değiştirmek istiyoruz.
Organizasyonum da organik ikramlarıyla yanımızda bulunan GekoOrganik ve Ekoorganik ‘e , güzel kadrajları için @binnuraytekinphotography ‘e ve Beylikdüzü Early American English‘e çok teşekkürler.